28 Kasım 2013 Perşembe

Ben Kimim?

Hayal edecek hevesim var, ama cesaret edecek gücüm yok. Risk almaktan bu kadar uzak olup da yüzsüzce hayatımı değiştirmek isteyişim ne kadar acınası. Halbuki sahip olduklarım bu ülkede pek çok kadının arayıp bulamadığı güzellikteler. İşim var, kazandığım para kendi kendime büyük şehirde ayakta durmamı sağlayacak miktarda, çalışma şartlarım şu an için gayet iyi. Uyumlu, sorumluluk sahibi, iyi niyetli, beni seven ve saygı duyan -en azından ben böyle hissediyorum-, düzgün bir işi ve kariyeri olan, hoş bir erkekle uzun ve huzurlu sayılabilecek bir ilişkim var. Görüntü olarak ortalamanın üstü sayılabilecek bir kadın olduğuma inanıyorum, ki önemli olan da benim inanmam bunu birinin onamasına gerek yok. Evet biraz psikolojik problemlerim olabilir, inişli çıkışlı hislerim, hislerimi belli eden abartılı tavırlarım, soğuk kanlı yaklaşamayışım gibi, ama bunun dışında iyi bir hayatım var.
Yine de bazen öyle anlar geliyor ki bırakıp kaçmak istiyorum. Bunu yapacak cesaretim yok, ama içimde hevesim var, bu heves beni mutsuz eden belki de. İnsan yapamayacağı şeylere heves de etmemeli... Her şeyi baştan yaşamak istiyorum, tüm tercihlerimden vazgeçip, başa sarmak. Tabi ki tüm bunları ilişkim için istiyorum, ama ondan vazgeçme riskini göze alamıyorum, çünkü çok iyi. İçimde yeni heyecanlara duyulan bir açlık, sürekli beni baştan çıkarmaya hazır... Kafamdan atamadığım 'bunu şimdi yapmazsam pişman olur muyum' sorusu, çünkü yapmayıp pişman olduklarım var...
Lisede aşık olduğum çocukla yatmadığıma pişmanım mesela... Açık ve net olarak yatmadığıma pişmanım, o yüzden gidip de daha yumuşak, üstü kapalı kelimeler seçecek değilim. Sevişmediğime pişman değilim, çünkü seviştim, birlikte olmadığıma pişman değilim, çünkü isteğimden kısa sürdüyse de birlikteydik, yatmadığıma pişmanım çünkü yatmadım! Bir daha hiç o hisleri yaşamadım, ama henüz 17 yaşındayken cesaret edip de sevişmenin sonunu getiremedim. Bunda başka faktörlerin de etkisi vardı tabi, ilişkinin biteceğine kesin gözüyle bakmam, karşımdaki erkeğin konuya olanca ergenliği ile yaklaşması, "ayrı dünyaların insanlarıyız" şeklindeki arabesk bakış açım. Sonuç? Keşke yaşasaydım! İnsanlar hatalarından mı daha çok pişmanlık duyarlar acaba, yoksa hata yapma riskini göze alamadıklarından mı? Üzerinden 10 yıl geçti ve ben ilk kez itiraf ediyorum kendime yaşamadığıma pişman olduğumu. Bu zamana kadar kendimi bile kandırdım, hep doğru olanı yaptığıma, yaşımın gerçekten erken, küçük olduğuna inandırdım. Şimdi bakıyorum da en kötü ihtimalle ne olurdu diye, ondan sonraki bazı ilişkilerimde karşımdaki erkekler beni aşağılamaya çalışabilirdi. Ne kaybederdim? Zaten o kafa yapısında insanlarla ne işim olurdu? Ailemin haberi olsaydı çok şey kaybederdim, güven kaybederdim, belki geleceğimi, mesleğimi, eğitimimi kaybederdim güven duyulmayan bir çocuk olarak. Ama aileme yansımadıkça kaybedecek bir şeyim yoktu aslında. Onu kaybetmezdim, en azından ilişkimizin en güzel olduğu noktada kaybetmezdim, sonrasında tabi ki biterdi ama. Tabi benim için ilişkimizin en güzel olduğu noktaydı, onla ilgili pek bir fikrim yok.
Düşünüyorum, yaşamadığım başka nelere pişman oldum, pişmanlıklarımın çoğunun ilişkilerimle ilgili olduğunu fark ediyorum. Üniversite hayatımı uzun ilişkilerle tükettiğime pişmanım. Her çiçekten bal alsaydım pişmanlığı değil tabi ki bu, öyle hovarda bir kişiliğim yok yahu :) Pişmanlığım kendimle kalmadığıma, kendime zaman ayırmadığıma, ilişki yürütme çabası içinde kendimden gereksiz fedakarlıklar yaptığıma... İnsan ilişki içindeyken bunları göremiyor, değer zannediyorsun, halbuki değecekse zaten sana engel olmaz, uç noktada kararlar değilse vereceğin, kendi kararlarını verebilmelisin ilişki içinde de. Bahsettiğim fedakarlık değil aslında saçmalık yani, 'oraya gitme, bunla görüşme, dans kursu mu bensiz mi asla!' şeklinde saçmalıklar. Erkeğiniz sizi asosyalliğe itmemeli, 'benim olmadığım ortamlarda sosyalleşme!' kafasında olmamalı. Onun dışında tabi ki hayatınızda biri varsa ve gelecekle ilgili karar verilmeliyse birlikte hareket edilmeli, o durumda bağımsız hareket etmekse içinizden gelen, ilişkiniz çoktan bitmiş demektir.
Bu toplumun kadınları yaşamadıklarının pişmanlığını duyuyor 2000'li yıllarda, sadece ben değilim pişman olan. Çünkü arada kalmış bir nesiliz. Arada kalmış ve mutlu olamayan bir nesil... Annelerimiz, babalarımız bizi 'evlenmeden olmaz' kafasıyla yetiştirdi. Evlenmeden olmaz tamam, siz de hayatınızı bu şekilde yaşamak istiyorsanız sorun yok. Bu sefer de şu var: 'Elalem ne der?'. Elalem ne der söyleyeyim, elalem uzanamadığı ciğere mundar der! Kendi cesaret edemediği ama aslında yapmak istedikleri kötüdür, içi gider yaşayanı görünce, merak eder, tatmak ister, yemezse de 'tü kaka' der. Elalaem biziz çünkü ve insanın doğası böyle. Bir taraftan bu iki sınır içinde büyütüldük, diğer taraftan yaşadığımız ortamlar bizi büyüten nesilden farklıydı. Daha açıktık, daha rahattık, etkileşim fazlaydı, onlara nazaran daha çok gördük dünyayı, kendi kabuğumuzun dışında hayat olduğunu, başka toplumları... Kitaplar okuduk, filmler diziler izledik, belki gittik gördük. Sonuç: Arada kaldık! Mutsuz olduk! Elimizdekiler bize yetmedi, fazlasını istedik, ama istediğimize uzanmaya cesaret edemedik...
Erkekler için durum farklıydı tabi, onlar için evlenmeden olmaz da yoktu, elalem bir şey de demezdi. Bu sefer onlar da elaleme katıldı, "kezban" olduk, kezban olmaktan kaçarken "kaşar" olduk.
Tabi istisnalar var. Kadınları kategorize etmeyen erkekler var mesela. Sonra arada kalmayan kadınlar, elindekiyle yetinip mutlu olanlar ya da yetinmeyip, cesur davranıp, istediklerini alanlar var. Elindekiyle yetinenler genelde küçük bir dünyada yaşayanlar. Bu söylediklerim asla bir hor görme değil, sadece 'onların yaşam koşulları bizimki gibi olsaydı onlar da arada kalırdı'yı vurgulamak için söylüyorum. İnsan görmediğini bilmez, onların gördüğü 'okulun bittiği yerde evlilik başlar' olduğu için, baba evinden koca evine direkt geçiş olduğu için fazlasını isteme lüksleri de pek yok zaten. Sonra elalem ve onun yargılamalarından uzak büyümüş ortanın üstü bir kısım var, onlar zaten özgüveni, cesareti tam kadınlar ve istediklerini almaya daha yakınlar.
Bir de biz varız, nispeten iyi eğitim almış, gözü açılmış, ama 50 yıl öncenin kafasıyla büyütülmüş, yetiştiği 'ahlak' ile mantığı arasında sıkışıp kalmış kadınlar. Dışardan bakın, isyankardırlar, kadın hakları savunucusu kesilirler, kadınlıklarına laf etmezler, içine girince bir erkeğin güvenli kollarını terk edecek cesaretleri bile yoktur aslında, bırakın kadın haklarını savunmayı... İşte ben buyum!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder