28 Kasım 2013 Perşembe

Evlilik Kabusu

İlkokuldan beri tanıdığım bir kız arkadaşım var. Dönem dönem aylarca görüşmedikse de, şu sıralar, özellikle evliliğin kaçınılmaz olacağını hissettiğimiz ve erkek arkadaşlarımızın dışında kalan hayata tutunma çabamızın da etkisiyle, epey sık görüşür olduk. Dedikodular, ortaokul ve lise yılları, eski ilişkiler, minik flörtler sohbet konumuz genelde, kısacası "evlilik" denen şeyle birlikte elimizden alınacak tüm eğlenceler, birer hatıra olarak kalacak her şey... Hoş şu an da anıdan ibaretler ama olsun, her an tekrar yaşanma ihtimalleri var. Tabi ki o ergen heyecanlarımız geri gelmez de, yeni ilişki heyecanı olarak yaşanma ihtimali olan şeyler. Ama o imzayı attın mı her şey daha zor.
Uzun ilişki sırasında da "ayrılık" korkulu rüyadır, evet. Bazen düşünürsün, daha mı iyi olur diye, sonra kendinde o enerjiyi bulamazsın, o cesaret, o yürek nerde... Çift olarak gittiğin yerler, kafana esti mi kapısını çalacak birinin orda olması, seni anlaması, sarması, bunlar vazgeçilmez olmuştur artık hayatında, bırakıp gidemezsin. Ben ki zaten terk etmede en başarısızım, ortada geçerli bir sebep yokken nasıl terk edeyim? Ama o evlilik denen şey yok mu, o daha fena. İmzayı attıktan sonra "hislerim değişti", "aşık değilim" gibi ıvır zıvır sebeplerle ayrılmak ihtimalin yok, dolayısıyla başka birine ilgi duyma lüksün yok. Elinde o yaşa kadar yaşadığın sevimli anılarından fazlasının olma ihtimali yok. Sonuçta artık sadece birlikte olduğun erkeğe karşı sorumlu değilsin, ailene karşı sorumlusun ilişkinden, onun ailesine karşı sorumlusun, korkunç!
Artık erkekler evliliğe daha meyilli, düzenli hayat, temizlik, yeme-içme benzeri işleri düzene koyacak bir kadın, erkeklerin gözüne çekici geliyor, özellikle de yalnız yaşayan erkeklerin. Fakat kadınlar, özellikle de yalnız yaşayan kadınlar, evliliğe daha mesafeli. Zaten kendi ayakları üzerinde durabildiği bir hayatı var, o hayatın kontrolünü başkasıyla paylaşmak istemiyor, daha fazla sorumluluk istemiyor, kendi sorumluluğu yetiyor.
Oysa ben hep genç yaşta evlenmek isterdim ergenken, sevdiğim adamla aynı evde yaşamak, e malumunuz Türkiye şartlarında evlenmeden mümkün değil pek, hele ki aileniz de aynı şehirdeyse... Büyüdükçe bu fikirden uzaklaştım, cazibesini yitirdi. Kadınlar işte, pohpohlanmayı seviyoruz. Flört etmek hayat enerjimiz resmen! Birileri iltifat etsin, ilgi göstersin, görüntümüze değil sadece, zekamıza, tarzımıza, sohbetimize... İltifatlara bayılıyoruz ve haliyle de iltifatları sınırlayacak bir yüzük takma fikri cazip gelmiyor. İnsanların size olan tavrı ilişkiniz olduğunu bilmiyorken, ilişkiniz olduğunu öğrendiğinde, ilişkinizin uzun soluklu olduğunu öğrendiğinde, birlikte olduğunuz insanla yüz yüze geldiğinde, adım adım değişiyor. Samimiyet mesafeye dönüşüyor, sohbetlerin eski eğlencesi kalmıyor, kakara kikiri yok, bir de ilişkinizin adının evlilik olduğunu düşünsenize ne kadar sıkıcı sosyal ilişkiler bekliyor sizi! Eskiden karşı cinsle eğlenebilirdim, bunda sakınca görmezdim, şimdi eğlenemediğim gibi eğlenince kendimi suçlu hissediyorum. Halbuki ortada arkadaşlık sınırlarını zorlayacak hiçbir şey yok. Sadece benim suçlu hissetmem de değil olay, karşımdaki de özel hayatımı öğrenecek kadar benle konuşunca, "başkasının müstakbel gelini" gözüyle bakmaya başladıkça uzaklaşıyor, bu durumda haliyle "Hmmm, demek niyeti başkaydı, arkadaşlık değil" diye düşünüp eski gülüşmeleri bir kenara bırakıyorsunuz siz de. Öğrencilik yıllarını aşmış bir insan için bir kaç yıllık ilişkisinin olması bu mesafe koymalar için yeterli. Şimdiden sosyal hayat böyle sıkıcı hal almışken evlilik fikri nasıl çekici gelebilir ki.
Biz de işte tutunduk anılarımıza, tutunduk bakışmalara, kalp çarpıntılarına, gözyaşlarına, onlarla eğleniyoruz, minik flörtler bile haram olmuş artık yaş 30'a yaklaştıkça!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder